Cihan Demir // Allianz Türkiye - Çevik Takım Üyesi
Hepimiz yaşamışızdır, bir şey için para ya da zaman harcadığımızda, doğamız gereği vazgeçmekte zorlanırız. Batık Maliyet Yanılgısı denen bu duruma, MVP yani Asgari Çalışır Ürün sayesinde düşmemek mümkün. Gelin detaylara bakalım…
Bir ürün veya modül hayal edin. Ortaya çıkarmak için büyük emekler verilmiş ve inanarak geliştirilmiş olsun. Üstelik bu ürün ya da modül için hatrı sayılır bir zaman ve bütçe de harcanmış durumda. Fakat işler hayal edildiği gibi gitmemiş, beklenen sonuçlar ya da getiri alınmamış. Tam bu sırada avuçlarının içinde birer kırmızı ve mavi hapla karşınıza Morpheus çıkıyor. Karar anı: Bir yanda bu kadar emek ve maliyet harcandığı için devam etmek, bir yanda ise "tamam" diyerek vazgeçmek. Hangisini seçersiniz?
Bu senaryo muhtemelen tanıdık gelmiştir. Doğrudan bu kararı alan kişi olmasanız bile içinde bulunduğunuz takım ya da projede benzer durum yaşanmış ya da yaşandığını duymuş olabilirsiniz. Sadece iş yerinde de değil, gündelik hayatınızda, mesela sırf denemek için sipariş verdiğiniz bir yemekte de karşınıza çıkabilir bu durum. Yemeğin tadını beğenmemişsinizdir veya bir iki çatal aldıktan sonra midenizi rahatsız edeceğini tahmin etmişsinizdir. Ancak "maliyet"inden dolayı "bitirmek" istersiniz. Peki sizi "Madem o kadar masraf ettik, bari bitirelim" kararını almaya iten şey nedir? Neden bunu anladığınızda bile, kendinize “dur” diyerek bu maliyete katlanıp vazgeç(e)mezsiniz?
Tüm bu soruların cevabı, “Batık Maliyet Yanılgısı” (Sunk Cost Fallacy) kavramında gizli.
Batık maliyet çoktan katlanılmış ve artık geri alınamayan bir maliyettir. Üzerine bir bardak su içmek serbest! Yanılgı kısmı ise, bu yatırıma ısrarla devam etmektir. Buradan bakınca, bunun pek iyi bir durum olmadığını hatta mantıksız olduğunu net bir şekilde görebiliyoruz değil mi? Ancak gerek iş gerek özel hayatımızda bu yanılgıya, doğamız gereği irrasyonel olduğumuzdan ve -istisnai durumlar dışında- farkında olmadan düşebiliyoruz.
İçinde bulunduğumuz o durum, geçmişten gelen birikimlerimiz ya da farklı tetikleyicileri olan duygu durumlarımızdan dolayı bizi “miyoplaştırıp” çıkmaz sokaklara götürebiliyor. Tam olarak “insanlık hali” diyebiliriz.
Gündelik hayatta karşılığı olabilecek dramatik bir senaryo ile devam edelim:
En başta ürüne çok güvendik, inandık, muazzam hayaller kurduk, kullanıcısı ya da tüketicisine sormak yerine "şu özellikleri kullanır" ya da "bu özellikleri kesin çok beğeneceklerdir" diye kullanıcı yerine düşünerek varsayımlarda bulunduk ve ürünü geliştirmeye başladık. Bu esnada sayısız ekranlar, fonksiyonlar, özellikler ekleyerek ilerledik ve şapkadan tavşan çıkarırcasına kodlamalar yaptık. Her geçen gün ürüne olan hayranlığımız, aşkımız artıyordu. Gururluyduk.
Aradan hatrı sayılır bir zaman geçti, ciddi bir bütçe harcadık ve günü geldiğinde ürünü kullanıcıyla buluşturduk. Fakat o da nesi? Kendi penceremizden yararlı ya da gerekli gördüğümüz ve hayran olduğumuz tüm özellik ve fonksiyonlar nedense karşılık bulamadı. Tuhaf bir sessizlik vardı. O beklediğimiz bomba etkisini bir türlü hissedemedik, sanki kullanıcı buna tepkisiz gibiydi…
“Bu çok önemli bir buton, başka hiçbir üründe yok” diye gurur duyduğumuz buton, kullanıcı tarafından pek de önemsenmedi hatta farkına bile varılmadı, hiç tıklanmadı.
Arka tarafında binbir emek verilmiş ve üzerinde binbir çeşit aksiyon yapabileceğiniz ekranlar, kullanıcı tarafından "Kullanması zor ve çok karışık, daha basiti yok mu?" diye geri çevrildi.
"X'e ulaşmak için tam 7 kere tıklayarak ilerliyorum, tek tık’la bu yapılamaz mı?" soruları keyfinizi kaçırdı, oysa siz bilgi mimarisini çok iyi kurgulamıştınız ve o kısma ulaşmak için 7 kere tıklanması gerektiğini sabaha kadar savunabilirdiniz.
"Çok bekletiyor" diye dönüş aldığınız, alt tarafı 3.56 saniye (test ederken milisaniyelerdeydi) bekleten ekranın arkasında neler olduğunu, hangi son model teknolojilerin kullanıldığını, ne servisler çalıştığını bilseler ve keşke biraz sabırlı olsalar diye hayıflandınız.
Tanıdık geldi mi? Yukarıda bahsettiklerim tatsız durumlar. Umarım bunların hiçbirini yaşamamışsınızdır. Eğer yaşadıysanız da eminim bu deneyimleri bir öğrenme fırsatı olarak görüp avantaja çevirmişsinizdir.
Peki çevik çalışma modelini bu yanılgıya düşmemek için nasıl kullanabiliriz? Cevabı üç harfte gizli…
Öncelikle MVP (Minimum Viable Product) yani Asgari Çalışır Ürün tanımı için HEY Sözlük'e gidiyoruz:
MVP: Çevik çalışma modelinde, kullanıcının, kendisinin deneyimleyebileceği işlevlere sahip olan ve üreticinin kullanıcıdan geri dönüşler alabileceği, gerçekten ihtiyaç olan çekirdek özelliklere sahip, uygulanabilir, geçerli, pratik üründür. Minimum Viable Product (Asgari Çalışır Ürün) kelimelerinin baş harflerinden türetilmiştir.
MVP, bir ürüne sizi pratik bir şekilde götürmeyi hedefleyen bir süreç öneriyor. Kullanıcı penceresinden yazılmış user story'ler ile adım adım, geri bildirim alarak, empati fırsatı yakalayarak, kısa zamanda deneyip yanılarak, hızlı öğrenerek ve öncelikleri iyi belirleyerek prototip ürün geliştirmemiz tavsiye ediliyor.
Düşünsenize, en can alıcı ve değer yaratan çekirdek özelliklere sahip, karmaşıklaştırılmamış ve yalın, gerçekten en öncelikli ihtiyaçlara karşılık veren pratik bir ürün çıkardığınızı ve en önemlisi de, kullanıcısını dinleyen, onlara kulak veren ve alınan geribildirimlerle ürünün geliştiğini! Ve bunu, uzun zaman ya da hatırı sayılır bütçe harcamadan kısa zamanda ortaya çıkardığınızı… Son derece kolay görünüyor değil mi?
Hepimize, batık maliyet yanılgısına düşmediğimiz ve MVP gibi çevik çalışma modelindeki bu basit ama son derece işe yarar ipuçlarıyla tam hayal ettiğimiz gibi çalışan ürünler çıkardığımız süreçler dilerim.
Ufak bir not: Bu konu hakkında merak ettiklerini sormak için buraya tıklayarak bize ulaşabilirsin.
Yorumlar